Ödediğimiz Bedeller Mi, Ödeyeceklerimiz Mi?
Bir hapishanedeyiz. Beklentilerimizden, hedeflerimizden ve hayallerimizden örülmüş parmaklıkların ardında. Verdiğimiz karar, attığımız adım, belki de aldığımız nefes bile bu beklentilerin zincirleriyle belirleniyor.
Hepimizin hayatta mutluluğu bulma yolu birbirinden farklı, bazılarımız sevgi arıyor, bazılarımız ilgi, bazılarımız başarı. Peki nereden biliyoruz neyin bizi mutlu ettiğini, daha da önemlisi yanılıyorsak ne olacak, yanıldığımızı fark ettiğimiz gün neler yaşayacağız?
Ben, beni neyin mutlu ettiğini hep bildim, en azından bildiğimi düşünerek yaşadım. Her adımımı kendimden emin attım, her basamakta hedeflerime bir adım daha yaklaştım. İnsanların bazıları kısa vade zevkler için uzun vade hedeflerini çarçur eder, bazıları da uzun oyunu kazanabilmek için andan uzaklaşırlar. Bunun dengesini bulmak, başarılı olurken hayatımı zevk alarak yaşayabilmek için çabaladım.
Ama zaman, hiçbir insanın yenemeyeceği bir rakip. Yer yer, kısa vade mutluluklarımla uzun vade hedeflerim birbiriyle çatışıyordu, çatışmak zorundaydı. Bu noktada ben bir bedel ödemek, bir fedakarlık yapmak zorundaydım, hepimiz zorundayız. Bu yaptığım fedakarlıklar, beni çok uzun süre rahatsız etmedi, ancak üniversite hayatımın neredeyse %30'unu yaşayamadığım şu günlerde, kararlarımı sıkça sorguluyorum.
Belki siz de benzer durumdasınızdır, belki benim söylediklerim size ilham verir, belki de sizin söyleyecekleriniz bana ilham verir diye yazıyorum bu yazıyı da.
Bugün bir arkadaşım, akademik durumundan memnun olmadığını, önümüzdeki dönem hayatındaki kalan her şeyi bir kenara bırakıp sadece derslere odaklanmayı düşündüğünü söyledi. Bu benim bazen günlerce, bazen haftalarca uyguladığım, uygulamak zorunda kaldığım bir yöntemken, kendimi buna güçlü bir şekilde karşı çıkarken buldum. 20'lerimiz bir daha gelmiyor, gelmeyecek. En büyük düşmanımız, her zamanki gibi, zaman. Bugünlerin dinamikliği, enerjisi, atmosferi, ortamı bir daha gelmeyecek. Bir daha üniversite öğrencisi oluyor olmayacağız, olsak bile 20 yaşında çiçeği burnunda bir genç olmayacağız. Hayatın bizden beklentileri olacak, ailemizin, toplumun bizden beklentileri olacak, bizim kendimizden beklentimiz olacak.
Üniversitenin kapısından çıktığımız anda, 14 gün yıllık izinle sınırlandırıldığımız, 168 saatlik haftanın 45–50 saatini verdiğimiz hummalı bir iş hayatına atılacağız. Bugünlerin dinamikliği, rahatlığı, konforu bir daha bizi bulmayacak.
Ama, bu demek değil ki, sadece anı umursayalım. Her şeyi bir kenara bırakıp eğlenelim, gezelim. Bugün geleceğimize yaptığımız her adım, yarın yapacağımız bir adımdan daha önemli, daha güçlü, daha faydalı. Erken atılan adımların etkisi daha fazla, belki de bugün 2 saat çalışmak 2 yıl sonra 100 saat çalışmaya bedel.
Peki bu aradaki denge nerede, onu nasıl bulacağız? Bugün ödediğimiz bedelin, yıllar sonra ödeyeceğimiz bir bedelden daha değerli olduğunu nasıl anlayabiliriz?
Anlayamayız. Bunu bilebilseydik, belki de hayat, evren ve her şeye dair nihai sorunun cevabını da bilirdik, cevap belki de kırk iki olabilir, ne dersiniz?