Karantina Günlerinde Akademik Dürüstlük
İnsanlık tarihinde oluşturduğumuz tüm sistemler, bir çeşit güven duygusuna, güven inancına dayanıyor.
Bugün ortaya çıkardığımız eğitim, hukuk, sağlık, askeriye sistemleri, ailesel büyüklükten toplumsal büyüklüğe tüm yapılar, ikili ilişkiler, devletler, şirketler… İnsanlığın yarattığı herhangi bir sistemin arkasında bir güvene ihtiyaç var, bir dürüstlük algısına ihtiyaç var.
Burada ortaya konulması gereken temel bir fark, daha da temelinde varoluşsal bir soru ise bu dürüstlüğü o sistemin çarklarında sağlayan mekanizmanın kendisi.
İnsanları dürüst olmaya iten etkenin ne olduğu hakkında pek çok yazı yazılmıştır, ancak hayatta çözülemeyecek bazı problemler mevcutsa, tahminim odur ki bu soru onlardan bir tanesidir.
Korku mudur dürüstlüğe iten bizi, yoksa vicdan mıdır? Adalet duygusu mudur, yoksa empati midir? Kabullenilme isteği midir, yoksa sisteme duyulan inanç mıdır? Belki gururdur, belki de kendine saygı?
Bu seçeneklerden bir ya da birkaç tanesini seçebileceğimizi sanmıyorum, herhangi birisinin bir insan üzerinde tek başına etkili olduğuna da inanmıyorum. Ama insanların etik pusulalarını bu gibi etkenlerin bir kısmı üzerine kurduklarına ve her insan için bu pusulanın farklı olduğuna inanıyorum.
Sistemleri bir çeşit güven inancına göre inşa ettiğimizden bahsetmiştim, burada dikkat etmemiz gereken şey ise bu sistemleri inşa ederken hangi pusulayı varsaydığımız. Eğer bizim varsayımımız olan pusula toplumsal profile uymazsa, orada sistemimizin sonu gelmiş demektir.
Buna örnek olarak toplumuzdaki suçluları örnek göstermek gerek. Sistemleri oluştururken ortaya konulan en basit varsayım herkesin korku duygusuna sahip olmasıdır. Evde ailemizin uyguladığı en basit “ders çalışmazsan oyun oynayamazsın” seviyesindeki ödül/ceza sisteminden suçlulara idam cezasına kadar tüm ödül/ceza sistemleri kişilerin cezadan korktuğu, bu korkunun ise kişiyi kurallara uymaya ittiği varsayımına dayalıdır.
Bir sistemi korkuya dayandırmanın ise iki temel sıkıntısı vardır. İlki zaten kuralların dışına çıkan insanların pek çoğunun yakalanacağına inanmamasıdır, çok az kişi ben yakalanırım diye düşünerek suç işler. İkincisi ise bazen insanlar sistemin cezasını kural dışına çıktığında kazanacaklarından az görür, veyahut cezayı düşünmeden hareket ederler.
Bundan dolayıdır ki, saf korku üzerine kurulu her sistem, cezanın etkisi ya da suçun yakalanılabilirliği azaldıkça kırılır. Bu sistemleri tasarlayanlar da bunun farkında olduklarından, soyut etik kavramlarını kültürel olarak toplumlara, sistemlere yaymaya çalışmışlardır, ne derece başarılı olmuşlardır tartışılır.
Nedir bu soyut etik kavramları? Bu kavramlar bahsettiğim onur, şeref, vicdan, dürüstlük gibi bizlere toplumsal düzeni korumamız için öğretilen kavramlardır. Yakalanmayacağımızı bile bile yerdeki 100 lirayı almamamız, bulduğumuz cüzdanları geri vermemiz bu sebeplerdendir, çoğunun temelinde empati duygusu yatar, size yapılmasını istemeyeceğiniz hiçbir şeyi yapmamak yeteri kadar güzel ve basit bir etik pusuladır çoğu zaman.
Akademik Dürüstlük
E peki bu anlattıklarımın hepsinin akademik dürüstlükle ne alakası var? Akademik dürüstlük de yukarda bahsettiğim gibi bir soyut etik kavramıdır ve en azından lisans seviyesindeki tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki günümüzdeki lisans akademik camiasına kesinlikle oturtulamamış bir kültürdür.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Etik İlkeleri der ki:
“Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin tüm bireyleri, güvenilir, sorumluluk sahibi ve onurlu kişiler olarak, yalnız hak ettikleri başarı ve saygınlığı sahiplenirler; olgu, veri ve belgelerin kullanım, değerlendirme ve sunumunda dürüst davranırlar.”
Bizler tüm ödevler, sınavlar ve görevlendirmelerimize bu etik ilkelere bağlı olarak, onların sorumluluğu altında gireriz. Bize öğretilen akademik dürüstlük düsturları ile birleştirildiğinde okulda kopya olmamasını beklersiniz değil mi?
İnsanlığa olan inancı yıllardır çok yüksek olmayan bir birey olarak, ben şahsen beklemiyordum, ama sanıyorum ki içinde bulunduğumuz uzaktan eğitim dönemi sonrasında hiç kimse beklemeyecek.
Uzaktan eğitim dönemiyle ilgili atılan bazı halka açık bilgilendirmeleri burada paylaşmak istiyorum.
“It is clear to us that holding “online exams/quizzes” or “take-home exams/quizzes” would not be suitable. The reason is that there is no way for us to prevent possible cheating attempts, at least for this course.”
“Bu derste çevrimiçi sınav yapamıyoruz, çünkü kopya girişimlerini engelleme şansımız yok.”
Bu yorumun yapıldığı dersi ODTÜ’nün tüm mühendislik öğrencilerinin aldığını, tümünün girdiği tüm sınavlarda etik koda uyacağım metnini imzaladığını hatırlamak gerek. Açıkça görülüyor ki hocaların, yani aslında sistemin kendisinin, toplumun(öğrencilerin) akademik dürüstlüğüne güveni yok.
Burada çizgiyi kesin şekilde çizmek gerek, yorumum kesinlikle ODTÜ özelinde ya da bahsedilen açıklama özelinde değil, tüm eğitim sistemimizin hiçbir yerinde öğrencilere “gerçekten” güvenilmiyor, ancak içinde bulunduğumuz durumdan dolayı bu güvenin olmadığı ortamda çevrimiçi notlandırma yöntemlerine(anlık durumda sınavlara) mecburuz. Normal şartlar altında fiziksel eğitimde ciddi bir noktaya kadar engellenebilen kopya girişimleri, çevrimiçi eğitimde yakalanma korkusunun olmaması neticesinde tavana vurmuş durumda.
Burada insanların kopya çekmesinin iki temel sebebi var aslında, ilki aslında birçok kişinin kopyaya karşı herhangi bir soyut etik algısının bulunmaması, ortadaki yakalanma sonucu ceza alma korkusunun yok olmasının sistemi kırması.
İkincisiyse, sistemin adaleti sağladığına dair olan inancı sebebiyle kopya çekmeyen pek çok insanın var olması. Normal şartlar altında etik olarak kopyaya karşı olan pek çok insanın şu dönemde kopya çekmesinin açıklamalarından bir tanesi de bu bence. Sistem adaleti sağlayamadığı zaman içerisinde bulunduğumuz sıfır toplamlı oyunda(zero-sum-game) adaletsiz şekilde önümüze geçenler bizleri geriye düşürmüş oluyor. Bu da insanın kendi etik değerlerini ve sistem olan inancını sorgulamasına yol açıyor.
Hala kopya çekmeyen öğrenciler yok mu, tabii ki var. Bu öğrencilerin inancı ise öz saygı, onur, hileyle öne geçeni düşünmek yerine o insanın yerinde olduğunda haksız şekilde önüne geçeceği insanları düşünmekten kaynaklanıyor. Gerçek akademik dürüstlüğe sahip bu gruptaki insanların sayısı daha fazla olsaydı, bugün bu yazıyı yazmama bile gerek kalmazdı.
Toplumu analiz ederken, sistemi analiz etmeden de olmaz tabii ki. Yukarda bahsettiğim çevrimiçi sınavlar bu ders için uygun olmaz açıklamasının yapıldığı derste, çevrimiçi sınavlar yapılacak. Bu demektir ki bu sınavda kopya çekileceğini bile bile, bu sınavın herhangi bir ölçücülüğünün olmadığını bile bile bizler bu sınava gireceğiz, kopya çekildiğini bile bile sınavı akademik dürüstlüğümüzü koruyarak çözeceğiz, haksız yere bizden daha yüksek puan alanlar olduğunu bile bile bize verilen harf notunu kabul edeceğiz.
Bu paragraf açık bir şekilde sistemin ne kadar kırılgan olduğunu göstermektedir. Açıkça görülmektedir ki sistemlerimiz çevrimiçi eğitime uygun şekilde tasarlanmamıştır, bunun sonucunda ise büyük bir grup öğrenci mağdur olacaktır.
Burada asıl üzücü olansa, bu gerçeği değiştirmek için yeterli çabanın gösterilmemesidir. “Burada dur, hocalarımız çevrimiçi eğitime geçiş için ne kadar emek veriyor biliyor musun?” diyecekler olduğunu biliyorum, o yüzden bu çabanın niteliğini açarak devam edeceğim.
Son 3 aydır harcanan eforun pek çoğu, geleneksel fiziksel sistemlerin dijital dönüşümü üzerine harcanmıştır. Çevrimiçi dersler oluşturulmuş ve kaydedilmiş, ders notları daha detaylı şekilde hazırlanmış, çevrimiçi sınavların bir noktaya kadar da olsa güvenilir hale getirilmesi ve akademik dürüstlüğün bir dereceye kadar öğrenciye zorlanması üzerine çalışılmıştır.
Buradaki problem ise inovasyon eksikliğidir. Geleneksel sistemlerin dijital dönüşümü yapılmaya çalışılmış, yerlerine yeni sistemlerin geliştirilmesi üzerine yeterince çalışılmamıştır. Öğrencilerin üzerindeki psikolojik yükün arttırılmasının öğrencinin etik değerlerine zarar vereceği hesaba katılmamış, fiziksel eğitimdeki yükle eşdeğer seviyede ders yükü oluşturulmuş, kopya çekilememesi için aşırı kısa “yıldırım sınavlar” hazırlanmış, “Zor zamanlar zor önlemler gerektirir, okul döneminden daha çok çalışmalısınız, zaten evde oturuyorsunuz boş vaktiniz bol.” şeklinde mailler atılmıştır.
Sınavların okulda yapılmasının en temel sebebi incelenmemiş, ödevlerin ölçücülüğün yanında öğreticilik gibi de bir fonksiyonu varken tamamen ödev odaklı bir sisteme geçmek üzerine çalışmalar yetersiz kalmıştır.
Günün sonunda baktığımızda ise, ne akademik dürüstlük kalmıştır ortada, ne hoca-öğrenci arasındaki güven duygusu kalmıştır, ne öğretim kalmıştır, ne öğrenim kalmıştır, ne ölçücülük kalmıştır… Eski sistemin külleri üzerine oturtulmuş paslanmış demirler ile oluşmuş bir sistemde bu dersleri alan öğrencilerin gelecekte bu derslerde öğrenmeleri gerekenlerle karşılaştıklarında neler yaşayacağını, tarih bize gösterecektir.