Görüşürüz ODTÜ!
Bu yazıyı herhalde 6. yazışım, ancak her seferinde tekrar tekrar beğenmediğim için siliyor, siliyor, tekrar yazıyorum. Yaşadığım duyguları sözlerle ifade edemiyorum, bir türlü doğru kelimeleri bulamıyorum. Benim kadar çok konuşan bir insan için, cümle kuramadığını hissetmenin ne kadar farklı, ne kadar ilginç olduğunu hayal dahi edemezsiniz… Ama bunu yazmadığımda, gelecekte pişman olacağımı da biliyorum, hayatımın en önemli tecrübesine, en önemli zamanına veda etmezsem, hayatım boyunca keşke uğraşsaydın diyeceğimi biliyorum.
ODTÜ, hepimiz için çok şey ifade ediyor. Bazılarımız için sadece bir okul, bazılarımız içinse bir ev, bir aile, bir arkadaş, bir korunak… Benim için de çok özel bir yerdi ODTÜ. Kendimi ilk defa ait hissettiğim, ilk defa benimsediğim yerdi, ilk defa fanatikliğini yaptığım, “benim okulum” diyebileceğim yerdi. Yaşadığım 4 şehirde, okuduğum 6 okulda başka hiçbir yerde kendimi bu kadar konforlu, bu kadar bağrına basılmış, bu kadar ait hissetmedim hiçbir zaman. Kazandığım andan, bitirdiğim ana kadar; onlarca, belki de yüzlerce farklı sorunla karşılaşmama rağmen, her birisini çözerken, yeri geldiğinde okula küfrederken, kavga ederken bile bir aile kavgasının içinde gibi hissettim hep. Benim okulumdu, iyileştirmek benim sorumluluğumdu, yeri geldiğinde başaramadığım çok fazla şey oldu, okula geldiğimden beri yapmaya çabaladığım 100 şeyden belki sadece 10 tanesini başarabildim, ancak hiçbirisinde vaktimin boşa gittiğine yanmadım bir kez bile. Çünkü burası günün sonunda benim okulum, benim ailem, benim okulum…
Bu yazıyı yazarken çok düşünmemin bir diğer sebebi de, ne hakkında yazacağımı da bilmemem. Ne söylemeliyim, kime söylemeliyim, öğüt mü vermeliyim, iç mi dökmeliyim, keyfe keder anılarımdan mı bahsetmeliyim… Günün sonunda, bu yazıyı kendime yazdığımı fark ettim. 10 yıl sonra okuduğumda bu günleri tekrardan hatırlamak istiyorum, bu duyguları tekrardan yaşayabilmek istiyorum. O yüzden yolculuğumdan bahsedeceğim, ODTÜ’ye geldiğim günden, gittiğim güne. Bunun kime, nasıl faydası olur, gerçekten kimse okur mu, bilmiyorum. Belki de okulun yok edilmeye çalışılan kültürüne çok az da olsa bir katkısı dokunur, belki hiçbir etkisi olmaz.
ODTÜ’ye Bilkent isteyerek geldim. 10. sınıfta bölümü gezmiş, beğenmemiştim, çok korkarak ODTÜ yazdım, hayatımdaki en iyi kararı verdiğimi tabii ki bilmiyordum. Sonrasında ekşi sözlükteki 300 sayfa ODTÜ yazılarını okumaya başladım Bilkent’in tutmadığını tahmin etmeye başladığım andan itibaren. Her okuduğum yazıda okulu daha çok sevmeye başladım. Kozmopolit, tartışmacı yapısı, kültürü, insanların anlattıkları, yaşadıkları, tecrübeleri… Günlerce sadece okudum, 250. sayfaya geldiğimde, doğru yere geldiğimi artık biliyordum. O kadar heyecanlıydım ki, okula geldiğim ilk gün, babamı 8. yurtta tek başına bırakıp Devrim’e insanlarla oturmaya geldim, orada tanıştığım insanların bazılarıyla 4 yıl sonra hala görüşürüm. Okul başladı, 1.5 hafta hazırlık okudum, ODTÜ tarihinde(en azından bildiğim kadarıyla) eşi görülmemiş bir olayla, yaklaşık 50 kadar diğer kişiyle birlikte hazırlığı atladım, bölüme başladım. Birlikte hazırlık okumuş 120 kişinin arasına o kadar kolay entegre olamadım, 1 dönemi hazırlık gibi geçirdim. Haftanın 3 günü münazara yapıyor, kalan vaktimde ya arkadaşlarımla eğleniyor, geziyor, ya da 19. yurdun mutfağında oturup robot yapıyorduk, 5 tane yeni girişli bilgisayar mühendisi olarak o mutfağın yakınında kalanlara az çektirmedik. Ses geçirmez müzik odasında matkapla alüminyum deldik, mutfakta tavada kurşun erittik, gece yurtta kaçak kaldık… Bir gün yanlışlıkla, Fizik 106 bonus puan veren ödevleri için oluşturulmuş “Mastering Trolls” ile tanıştık. Zamanı gelince http://106.metutrolls.xyz e dönüşecek olan sistemin ilk temellerini o zaman attık. Geriye bakınca, yer yer yaptığımızın etiğini hala sorgularım, ama o zamanlar bizim için o denli heyecanlıydı ki… Bir anda 2000–2500 insana ulaşmaya başlamıştık, okulda hiç tanımadığım insanlar yürürken selam veriyor, “Troll’ler gelmiyor mu hala” diye soruyordu, ödevleri paylaşmadığımız haftalarda yapılma yüzdesi çok düşük olduğu için ödevler erteleniyordu. Hayatımız boyunca yaptığımız hiçbir şey çevremizdeki 10–15 kişiden daha fazlasını tek seferde etkilememişken, ODTÜ’de yaptığımız bu kadar basit bir şeyin bile bu kadar kitlesel bir etkisinin olması beni ilk kez o dönemde etkilemeye başladı, geçtiğimiz dönemki Pass/Fail süreçlerine kadar oluşan motivasyonumun başlangıcını oluşturdu.
Bir etkinliğinde katılımcı olarak yer aldıktan sonra, öğrenci organizasyonlarına duyduğum ilginin de etkisiyle IEEE ODTÜ ile tanıştım. ODTÜ’deki başıma gelen ikinci en büyük olay bu oldu. Görev ve sorumluluk bilincimin gelişmesi, organizasyon ve planlama yapmayı öğrenmem, sevmediğim insanlarla çalışmayı görmem, herhangi bir çalışma ortamında veyahut kurumda en sevdiğim ve en nefret ettiğim şeyleri öğrenmem gibi birbirinden değerli onlarca ders aldım. Çok öğrendim, çok eğlendim, çok üzüldüm, çok sinirlendim… IEEE ODTÜ’deki zamanımda defalarca hata yaptım, her hatadan dersler aldım, üzüldüm; çok güzel başarılarım oldu, bunların hepsinin mutluluğunu ayrı ayrı yaşadım. Ayrı bir yazıda bunların detaylıca paylaşıp, okula yeni gelen arkadaşlara topluluk nedir, nasıl yaşanırı daha iyi anlatmak istiyorum, burada uzatmayacağım.
2. sınıfın yazında uzun problemler sonunda Almanya’ya staja gittim, bu da üçüncü en büyük tecrübemdi. Telefonumun şarjının bittiğini, dilini bilmediğim, en yakın tanıdığım insanın 800 kilometre uzakta olduğu bir anda, özgürlük kavramı ile tanıştım. Beklentilerin, yarattığımız sosyal çevrenin üzerimizdeki etkilerini daha iyi anladım, verdiğim kararların arkasında yatan motivasyonları sorgulamaya başladım. Gerçek yalnızlığı tecrübe ettim, bir tane bile insanla tanışmadığım günler yaşadım, yalnızlığı sevmeyi, benimsemeyi öğrendim. Almanya’dan döndüğüm günden itibaren çevremdeki değer verdiğim insanlara çok daha farklı bir gözle bakmaya başladım, hayatımdaki tecrübelere, harcadığım saatlere ve günlere çok daha değer vermem gerektiğini fark ettim. Toksik ilişkilerimden uzaklaştım, çevremi daha dikkatli seçmeye başladım. Yazı yazmaya da ilk o dönemde başladım, konuşacak kimseniz olmadığında gerçekten neler yapmak istediğinizi ilk kez düşünme fırsatı buluyor, kendinizi keşfetmeye, durup farklı tatlar almaya, yeni zevk aldığınız alanlar keşfetmeye başlıyorsunuz; hayatımda aldığım en önemli derslerden bazılarını bu dönemde aldım.
Almanya dönüşü, üniversite hayatımın en konforlu dönemlerinden birisine giriş yaptım. Eğer hayatımız olduğu gibi kalsaydı, çok sevdiğim insanlarla, çok sevdiğim ortamlarda, düzenli, mutlu, stabil bir 2 yıl geçirecektim. Bu şekilde geçen yarım dönemden sonra, tam o sırada üniversite hayatımın en büyük 4. olayını yaşadım, aslında hepimiz yaşadık, Covid-19 geldi. Tüm kurduğum düzen, tüm arkadaşlıklarım, tüm kabullerim, tüm planlarım bir anda yerle bir oldu. 15 Mart’ta çıktığım öğrenci evinde 70 gün kalamadım, 7 yıl sonra aile evimde 20 günden fazla vakit geçirdim; görüşemediğim arkadaşlarımın bir kısmından uzaklaştım, bir kısmıyla yakınlaştım, 1.5 yıl sonra hala görüşemediğim, belki de veda edemeyeceğim arkadaşlarımı son kez gördüğümü bilemeden ayrıldım. Pandemiyi çoğu insandan çok farklı geçirdim, pek çok insanın hayatında unutmak isteyecekleri bir yıla dönüşmüş iken, benim hiçbir zaman unutmayacağım bir yıla dönüştü. Evde sosyalleşemediğim boş vaktimi üretkenliğe dönüştürdüm, yarışmalarda ödüller aldım, konferanslara kabul aldım, ilk kez televizyona çıktım, hiç okumadığım kadar okudum, hiç yazmadığım kadar yazdım, hiç yapmadığım kadar toplantı yaptım, profesyonel temelde yeni onlarca insanla tanıştım, hiçbir zaman edilmediğim kadar takdir edildim, ve bunların hiçbirisi sonrasında yaşayacaklarımın yanında zerre önemli olmadı. Üniversite hayatımın 5. en büyük olayını yaşadım, pandeminin ilk döneminde Pass/Fail çalışmasına giriştim. Yüzlerce insanla konuştum, ilk kez bu kadar inandığım bir fikri bu kadar kitlesel bir ortamda sunmam, anlatmam, ikna etmem gerekti, yüzlerce kişiyi ikna etmeyi başardım. Hocalara, öğrencilere, dışarıdan insanlara hitap etmeyi öğrendim, yeri geldiğinde tüm ODTÜ ile mücadele ettiğim hissine kapıldım. Tüm okula ulaşmayı başardık, rektörlüğe ve senatoya 3000'den fazla mail attırdık, abartıyor olabilirim ancak belki de ODTÜ çapında son yıllardaki en büyük kitlesel yapılanmayı sağladık, ve bunu kimsenin birbirini yüz yüze görmediği, sadece mailler ve mesajlar vasıtasıyla yaptık. Günün sonunda, istediğimizi elde edemedik, tercih ettiğimiz ve önerdiğimiz sistem gelmedi, ama bir otoriteyle nasıl mücadele edilebildiğini, kitlelerin gücünü, sivil itaatsizliğe giden yoldaki ilk adımların nasıl oluştuğunu bir bir deneyimleme fırsatı buldum. Almanya’dan sonraki en büyük değişimi burada yaşadım, hocalara, akademiye, otoriteye, insanlara, kitlelere karşı tüm bakış açım değişti, kendimi bir kez daha keşfettim.
Yaz döneminde, buradan aldığım motivasyonla ÖTK’yı yeniden canlandırma ve oluşturma gibi bir denemede bulunduk, başarısız olduk, 4 yıllık üniversite hayatımda yaşadığım onlarca başarısızlıktan birisi olarak ders aldım, hayatıma devam ettim. Pandeminin Pass/Fail’dan sonraki en önemli etkisi olarak, tamamen yeni bir çevre edinmeye başladım. Daha önce hiç tanımadığım insanlarla tanıştım, yakınlaştım, öncesinde yakın olmadığım bazı insanlarla çok çok daha yakın hale geldim. Arkadaşlıklara dair olan bakış açım çok değişti, uzaklaştığım insanlarla neden uzaklaştığımı sorguladım, arkadaşlıklarımın kalitesini, değerini, bana olan etkisini defalarca sorguladım. Çevremdeki insanları, geçirdiğim vakti bir seçim haline getirdim, zorunlulukla verilen sözlere olan inancımı yitirdim, yalnızca beni mutlu edecek şekilde yaşamaya adadım kendimi. Vakit geçirdiğim her insanın, o an başka bir seçeneğim olmadığı için değil, o an o kişiyle birlikte olmak istediğim için olduğu şeklinde bir yaşam stiline geçiş yaptım, bunu o insanlara hissettirmeye çabaladım, ilişkilerimin ne kadar daha sağlamlaştığını, ne kadar daha kendimi mutlu, dinç ve rahat hissettiğimi fark ettim.
Güz dönemiyle birlikte, tekrardan bir Pass/Fail sürecine giriştik. Aslında sürecin başından itibaren amacımız hiçbir zaman Pass/Fail değildi, Pass/Fail bir güvenlik mekanizması olmalıydı, kötü ve problemli eğitimin kendisini değil, yarattığı etkilere karşı oluşturulan bir güvenlik. Asıl amacımız eğitimi düzeltmekti, ancak bir yandan Pass/Fail’ın da son mekanizma olarak bulunması gerektiğini düşünüyorduk. Eğitimi düzeltmenin, düşündüğümüzün 100'de 1'i kadar kolay olmadığını gördük. Hocaların bakış açılarını, eğitim sistemini en temel problemlerini daha iyi anladık, onlarca hocayla, yüzlerce öğrenciyle görüştük, konuştuk, 5000'den fazla öğrencinin katıldığı bir anket yaptık, sonuçlarını inceledik, raporladık, tüm üniversite senatosuyla tek tek görüşmeler yapıp, sonuçları anlattık, aksiyon almalarını istedik. ODTÜ Rektörlüğü’nün o dönemde benim şahsen “fiyasko” olarak nitelendirdiğim birtakım aksiyonlarının yanı sıra, pek çok farklı sebepten dolayı, yaptığımızın etkilerini istediğimiz derecede göremedik, yine de az da olsa belli kazanımlar elde ettik, kalanların yokluğuyla üzülmek yerine onlardan ders aldık, kazanımlarımızdan da mutlu olduk. Bu dönemde ben ODTÜ kültürüne dair çok fazla şey öğrendim, o kültürün sönmeye yüz tutuşunu görmeye başladım. İnsanların yalnızca kendilerine faydası dokunacak şeyler için çabaladığı, başkasına faydası dokunan eylemlere karşı çıktığı onlarca vakayla karşılaştım. Biz bugün ODTÜ’de kaybolan bir kültürün son demlerinden yararlanmış, bu aşamada çok fazla şey öğrenmiş bireyleriz, umuyorum ki ODTÜ içinde bulunduğu kimlik savaşları, bireyselleşme, ötekileştirme süreçleri içerisinde kolektif doğasını ve yapısını kaybetmez, bizim öğrendiğimiz değerler sonraki dönemlerde de korunmaya devam eder, geliştirilir, büyür.
Bu konularda çok yazdım, çok çizdim, yeri geldiğinde çok güzel fırsatlar yakaladım. Yayınlara çıktım, farklı bölümlerin başkanlarıyla, dekanlarıyla, ders koordinatörleriyle saatlerce konuşup onlardan çok değerli bilgiler ve bakış açıları kazandım, ilk kez dışarıdan bir yazı teklifi aldım, ilk kez gazeteye çıktım, bu süreçlerin hepsinde gururlandım, mutlu oldum, ama aynı zamanda bunların hepsinin mutluluğunun geride kaldığını, maddi her başarının yalnızca belli bir süre bana mutluluk getirdiğini, asıl kazanımın her zaman tecrübeler ve öğrenimler olduğunu çok daha iyi öğrendim. Bana dünyayı verseler, aldığım önemli bir dersle yarışamayacağını gördüm.
ODTÜ’deki son dönemime geldim, bu döneme, 2 gün sonra tek finalime ve son sunumuma gireceğim, hayatımın şu ana kadarki en önemli parçasının biteceği döneme. Bu yazıda bahsedebildiklerim, önemsediklerimin %1'i bile değil, yalnızca okuyan birisine en faydalı olabileceğini düşündüğüm kısmı. Vedalaşmak çok zor; bu kadar anıya, bu kadar arkadaşa, bu kadar değere, bu kadar tecrübeye veda etmek, girdiğim zamanki halimle şimdiki halimi karşılaştırdığımda ne kadar büyüğümü gördüğümde tüm bu sürece veda etmek o kadar zor ki… Okulun her bir kenarında anılarım varken, onlarca mutluluk, onlarca hüzün, onlarca olay… Aşık olduğum, kalbimin kırıldığı, kalp kırdığım, en yakın arkadaşım dediğim insanlarla tanıştığım ve onları kaybettiğim, ihanete uğradığım, ihanet ettiğim, tüm etik yargılarımı sorguladığım, ölçemeyeceğim kadar değiştiğim bu 4 yıl… Bu zamana kadarki hayatımın en önemli kısmını kapatıyorum, ve buna hazır mıyım bilmiyordum, bu yazıyı yazdığımda gördüm ki değilim. Ama zaten hiçbir zaman hazır olmayacağım, bu vedanın da en güzel tarafı bu. Bu zamana kadarki tüm vedalarımda artık orayı bırakmaya, o insanları bırakmaya hazırdım, şu an değilim, bu da benim ne kadar değer verdiğimi, ne kadar bağlandığımı gösteriyor, her zaman bir parçamın ODTÜ’ye bağlı olacağını, her zaman ODTÜ’lü olmaya devam edeceğimi gösteriyor.
Ankara’da son 2 ayım, ODTÜ’de son 2 ayım, her bir gününü, her bir saatini değer verdiğim, beni mutlu eden insanlarla geçireceğim, her bir saatinin bu tecrübeyi bir tık daha unutulmaz kılacağını umduğum 2 ay.
Bir kapanış yazmak istemiyorum, bu yazının tamamı zaten benim için bir devrin kapanışı. Görüşmek üzere…