Atam Ne Derdi
Her 9 Kasım akşamı, hikayeler, gönderiler, fotoğraflarla doluyor sosyal medya. Dün akşam da farklı değildi benim için, bir farklılık oluşturmak, içimdekileri dökmek istedim, karşınızdayım.
Her yıl 10 Kasım saat 9.05’te, saatlerimiz duruyor, gözümüz doluyor, bir kez daha Atatürk gençliği olduğumuzu hatırlıyoruz.
Bu ülkenin kuruluşu için can veren niceleri geliyor aklıma. Diyorum ki: şu halimizi görseler, ne derlerdi?
İnsanların karşısındakine baktığı ama görmediği,
Karşısındakini duyduğu, ama dinlemediği,
Karşısındakiyle konuştuğu, ama anlamadığı,
Hayatta kaldığı, ama yaşamadığı,
Şu günleri görse, Atam ne derdi?
Üzülür müydü dersiniz?
Riyakarlığın her kademede, her seviyede kendini gösterdiği,
Liyakatin anlamsızlaştığı, torpilin yüceltildiği,
Çalışmanın küçümsendiği, böbürlenmenin takdir edildiği,
Hak edenin değil, çalanın, çırpanın kazandığı,
Şu günleri görse, Atam ne derdi?
Öfkelenir miydi dersiniz?
Eğitim kurumlarının eğitmediği,
Bilime hakaret edildiği, bilim insanlarının aşağılandığı,
Demokrasinin alaşağı edildiği,
Halka hesap vereceklerin, halktan hesap sorduğu,
Şu günleri görse, Atam ne derdi?
Umutsuzluğa kapılır mıydı dersiniz?
Dün akşam sordum bunları kendime,
Atam üzülür müydü?
Atam öfkelenir miydi?
Atam umutsuzluğa kapılır mıydı?
Fark ettim ki sonra, bu soruların muhatabı başkası değil, biziz, Türk gençliği.
Biz umutsuzuz. Biz öfkeliyiz. Biz üzgünüz.
Yapabileceğimiz ise bana göre tek bir şey var.
20 Ekim 1927'de yazılmış o umut dolu meşaleyi eline almak, ve onu yarınlara taşımak.
Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir…